Merhaba, ey mazide kalan bunca yılların zulasında saklanan geçmiş kayıp günlerim…
UMUTLARA MERHABA
Dökülmüş bir gül yaprağında düşlerin yeşermesini bekleyen dostum merhaba.
Merhaba, ırmakların serin sularına saldığım mavi hayallerim.
Merhaba, yeşil ormanlarda bıraktığım emanet gölgem.
Merhaba, ey mazide kalan bunca yılların zulasında saklanan geçmiş kayıp günlerim…
Ben merhaba dedikçe, yosun kokulu kıyılardan martılar süzülür selam vererek… Bir guguk seslenir; yeşil vadilerde yankılanan ve onlarca guguk eşlik eder uyumlu bir koro gibi yankı, yankı…
Bir fidan filizlenir çölden vahaya kaçmış yüreğimin köşesinde, burcu- burcu, envai çeşit kokuya çalmış…
Bir hasret yol gösterir vuslat diyarına doğru rahvan koşusuyla…
Kaf dağının ardında masalsı diyarların yolu yok ki, gönül ulaşsın matluba… O masal diyarları, doğup büyüdüğümüz, yeşerip kök saldığımız yerlerdi bir zamanlar. Hangi sam yeli ile kopup sürüldük uzaklara, bilmeden geçti bunca zaman bütün sırlarını saklayarak…
Şimdi kan kırmızısı karanfiller boyun büker yeşil ekinler arasında mahsun… Şimdi kırmızı kirazlar merhabalar ile gülümser salkım-salkım dallarda… Şimdi fındıklar dökülür dalından, ısırgan ve tevekler arasında saklambaç oynamak istercesine. Sahil boyunda sevdalılar dolaşır aşk şiirleri terennüm ederek… Ve bulutlar uçar rüzgarın kanatlarında Canik tepelerine doğru “merhaba” diyerek… Ve yağmurlar çiseler ince-ince memleketimde sevda türkülerine eşlik ederek.
Bir çöl akşamında bir özlem tutuşur yüreklerde kızgın kum tanecikleri kıvamında…
Kızıl kıyametler kopar ruhumda ve lavlar fışkırır karanfil, karanfil yamaçlarında dağlarımın.…
Dünler, geçti gitti çocukluğumuzun elinden tutarak. Arkasından bakakaldık hasretle ve çaresizlikle. Ve bir demet umut kaldı elimizde yarınlarda yaşamayı vaad eden; saf gönlüme yalandan ninniler fısıldar hep arsız tebessümlerle… Ben bilirim ki, bahçemde ne fidanlar yapraklarını döküp küstü bunca yıldır, ne fidanlar çiçeklerini vermez oldu bahara armağan olarak… Oysa ben kurumuş ormanları sevmeyi de, çamurlu yollarda yalın ayak yürümeyi de, bir gürgen ağacına yaslanmayı da sevdalarımdan saydım.
Bir süte çekmiş kiraz çekirdeğinin kekremsi tadında düşler görürüm geceler boyu sevdalarımın koynunda. Bir alaca karanlığa sığınırım, gölgelerde kimse fark etmesin hüznümü diye ama varla yok arasıdır alaca karanlıklar. Bir umut yakalar ince duygularımı, kendini asan adamın içinde doğan son umut “ip kopsa” duası gibi… “Doğmasa güneş” diye yakarırken içimden bir ses gizlice, o, bir kor kırmızı ışığa boğar adil gülümseyişlerle ceviz karasında saklanmışlığımı ve yüzüme vurarak zaaf ve zayıflıklarımı… Her doğuşunda Güneş, herkese, her şeye candan “merhaba “der ve gider ağır ağır kendi yoluna; bir günümü daha koluna takarak zalimce… Yarınımı da gelip alacak bilirim; bilirim de gelmez elimden bir şey. Sonunda alacak günü kalmayacak ve giden son günle birlikte ömür de gidecek. Ve bilirim ki hala sevdalar yüreğimden kopmayacak.
Hayal aleminde saklanan , dökülmüş gül yaprağında düşlerinin yeşermesini umut eden dost, yeşil ormanlara gölgesini emanet eden can, Merhaba; günaydın!..
Veysel ŞENSOY