Suya ve sabuna bulaşmış bulunmaktayım artık. Kaygan zemin, kurtlar sofrası…
SUYA SABUNA DOKUNMA
“Suya sabuna dokunma” dan nereye varılır acaba; diyecektim ki, işte buraya kadarmış…

Totoloji yaparcasına kendisini tekrar eden, boş yere nefes tüketen kelime israfçılarından ve hep aynı uslupla laf ebeliklerinden sıkılır oldum. Talakat iddiası ile akıcılıktan yoksun slogan egemenliğindeki konuşmalar yapan insanların kurnaz uslubun temsilcileri bana akılcı gelmiyor. Natıka, yani dokunaklı söz söyleyen “natıkaperdaz” insanlar ise romantizm dolu konuşmalarından aklımda kalan tek bir cümle bile olmuyor. Belagat sahibi insanlar, idrak edilecek kavramı söyleme sanatına sahip, maddi ve manevi anlamda disiplinize olmuş gerçekleri aktarma yeteneklerine sahip insanlardır. “Belagat, dürüst aklın hüküm cümlesidir.” Bu insanları dinlemek ve ders almak isterim hep.
Yazarken veya konuşurken kastını anlatmayan cümlelerin ozgürlüğüne dokunmak istemem. Ahfaşın keçileri gibi her yazılanı, veya bir mihnet uğruna her söyleneni tasdik edercesine, sessizce kafa sallamakta bize uymayan bir davranış biçimidir.
Sabır kasnağında gerilmiş bir halde merak ve endişe ile beklemekten bıkan ruhum özgürce kendini ifade etme isteği ile kıvranıyor. Herkes rakip arayıp, onun üstünden prim toplama gayreti ile, adeta Şah İsmail gibi Şeybek hanın gümüş işlemeli kafatasından şarap içmesindeki aşağılama anlayışındaki sığlık içerisinde çırpınıyor gibi…
Kendimize öz eleştiri yapmayı sevmeyiz. Prutta Baltacı paşayı aciz göstermektense, daha dünyaya doğmamış Katerina ile birlikte yaparak hatadan kaçışın çaresini buluruz. Yani doğmamış çocuğa don biçeriz. Doğru olanı konuşmak yerine, lafı dolandırarak kafa karıştırmayı maharet sayarız. İşte beni geren bu köstebek benzeri tavrımız…
Birileri çıkıyor ve bir örgütün militanı olduğunu haykırıyor; karşısındaki hoşgörü ile tebessüm içerisinde tavırsız… Birileri çıkıyor; “ben buyum” diyor ama, benim “şu” olmamı hakir görüyor. Birisi çıkıyor ve “ben milliyetçiyim” diyor; hoşgörü yerine “kafatascı, faşist(!)” likle suçlanıyor ve dayak da yiyor. “Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya. Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” Eflatun “ karanlıktan korkan çocuğu pekala bağışlayabiliriz; ama, asıl trajedi, aydınlarımızın aydınlıktan korkmalarıdır.” Demiş.
“İnsanlık altı bin yıllık deneyimle ahlak anlayışını netleştirdi. Bir yanda “bencil” öte yanda “insancıl” avicdan ortya çıktı. Doğruyu kendi çıkarlarıyla tanımlayan bencillik, zorba vicdanın çeytani çehresinde sırıtırken; hümanist vicdan tebessüm edecek simayı bulamadı.” Ancak, siyaset öylesine bencillikle örgüleniyor ki, musalla taşını andıran kürsülerden ilahlar haykırıyor vehmine kapılıyorum.
Bunca zaman natıka türünde söz söylemek için çıraklık etmeye çalıştım. Belagat içre olmak ne haddimize; ama iddiaları olanların da, toplum değerlerini hiçe sayarak bilgelik sunuları tarafımdan pek itibar görmeyecektir artık. En azından onlar kadar cesaretli olunacağını biliyorum. Birisi bir elmayı kesecekse, ona “kesme” demektense elindeki elmayı almayı yeğlerim.
Suya ve sabuna bulaşmış bulunmaktayım artık. Kaygan zemin, kurtlar sofrası… Sen de hoş geldin…
Veysel ŞENSOY
21.10.2008 BURSA