Sevmek ve sevgiye layık olmak hepimizin hakkı değil mi….
SEVGİ ADINA
Sevgi Yaratıcının koyduğu yasadır. Yaratılış gereği ruha yüklenmiş olan gizemli bir duygu hatta en büyük sırdır sevgi.
Sevgiyi öğrenmek için yaşar insan veya yaşamayı öğrenebilmek adına sever… İnsan bir yaşam ağacıdır. Bu ağaçtan bir yaprak veya çiçek seçip tüm kalbini ona mı vermeli, bütün varlığını ona mı adamalı insan? Ağacın dalındaki çiçeğin sevginize bedel olduğunu düşünüyorsanız, ağacın bütünün değerini ne ile ölçebilirsiniz? Peki ya o yaprağı taşıyan dal, ya o dalı tutan gövde, peki ya gövdeyi, dalları ve yaprakları besleyen kök? Kökleri güçlendiren toparak, toprağı besleyen hava, su, güneş ne olacak? Yaşam ağacı olarak kabul ettiğimiz bu bütünlüğü bozmamalı insan, kendini bölmemeli…. Her bir parça diğerinden daha kıymetli olabilir mi? Aynı sevgiyi diğer parçalara da vermeye değer ve sevgimize layıktır…
Bir parçanızı diğerinden çok sevdiğinizde, bir çiçeği diğerine, bir ağacı toprağına tercih etmiş olur insan. Tek bir ağaç ve sonsuz yaprak… Küçük, büyük, hasta, sağlıklı, güzel, çirkin diye seçmeli miyiz? Sağlıklı olmanın güzelliği, hasta olanın solgunluğundan çıkar ortaya aslında. Çirkinlik değil midir güzelliğin boyası, cilası fırçası… Küçüklüğü nasıl fark edecektik, büyüğün büyüklüğü olmasaydı.
Sevgi yaşamın özüdür. Nefret ise ölümün kokusu…
Bir erkeğin kadına olan aşkı sevgi değildir. Bu simgesel bir durumdur ve bilinç altına yerleşmiş arzulardır. Erkek dişi bağlamında hep bir beklenti ön plandadır. Öyle olmasaydı aşık olup evlenenler boşanırlar mıydı? Oysa bir annenin çocuğuna beslediği duygu sevgiden ileri gelir… Bir beklenti yoktur bu hislerde… Şefkat ve fedakarlık vardır… Bu bile sevgi tapınağının eşiğinde kalır ancak… Asıl sevgi mekanına girmek, ancak özel insanlara has ve dayanacak yüreklere özgüdür…
Kalplerde kin ve nefret olmamalı. Tek bir insanı bile düşman görürse insan hiç dostu yok demektir. Husumeti barındıran bir kalp dostluk için güvenli bir liman olabilir mi? En ufak nefret kırıntısının olduğu yerde sevgi solmaz mı, küsmez mi özgür bırakmadığın için tüm benliğine… Terk etmez mi değerinin bilinmediği gönülü hüzün ve hasret yüklenerek…
Yüreğinizde nefret olduğu müddetce sevginin verdiği hazzı ve mutluluğu anlayamazsınız. Çünkü bir şeyi, birisini severken aslında kendinizdir sevdiğiniz… kendinize karşı dürüst olursanız, o zaman sevdiğinizi ya da sizi seveni sevmeden önce, nefret ettiğinizi ve sizden nefret edeni sevmelisiniz. Sevgi yaşamsal bir ihtiyaçtır da aynı zamanda.
Aşkın gözü kördür derler… Oysa bu körlük aslında en üst düzeyde görmenin ta kendisidir. Keşke hiç bir şeyde kusur görmeyecek kadar kör olabilseydik. Anlayışlı, hoşgörülü ve açıktır sevgini gözü. Bu yüzden kusurları görmez… Sevginin çekim alanına girdiğiniz zaman sevginize değmeyecek hiçbir şeyi göremez gözler. O gözler sevginin gözleridir artık. Sevgiden uzak, sevgiden yoksun kusurlu bir göz görür ancak kusurları.. Bulduğu her ne kusur varsa aslında kendisinde olanı görmektir bu… Dönüp kendi eksikliğini tamamlamalı bu insan… Sevgi tamamlayıcıdır, bütünleyicidir, nefret ise böler parçalar, yokluğa kapı aralar her zaman…
Sevgide az ya da çok yoktur. Sevgi yarım yamalak bir parça değil, tekemmül, tam ve bütündür. Ölçüye vurmaya kalkarsanız uçup gider elden acı hatıralar ile… Birisini az sevdiğinizi söylerseniz bu sevgi değil sadece hoşnutluktur. Sevgi başlı başına bir bütündür ve paylaştırdığınızı sandığınızda aslında yenisi doğmuştur… Sevgi çabuk çoğalan ve büyüyen özel bir enerjidir. Sevgide şimdi veya sonra da yoktur. Zaman yoktur… Her mevsim, her an, her yer sevginin mekanıdır. Sevgi engel ve sınır tanımaz. Seviyesi test edilen bir sevgi adına bile layık değildir…
Sevgiye gidilmez, sevgi seni bulur çünkü gönül telinden yayılan davetiyeleri hemen bulmakta üstüne yoktur onun… Sana geleni kucakla, sarıl ve koyverme o sanadır, senindir, Beklemekte olduğunuz ama gecikeni ise beklemeye değmez bırakın o sizi beklesin…
Sevgiden yana hayallerin yıkıldığını görür, hüsranlar yaşar insanlar… Aslında hayal kırıklığı güçsüz insanların oynadığı sayısal loto kumarlarına benzer. Çünkü onlar boş umutlar üstüne kurulmuştur zaten. Umutsuzluktan taraf en ufak kuşku varsa gönül ipini bağlamamalı o hayale insan. Kendini avutmaya yarayan hayaller kurmaksa maksadın, kendine acı verecek kadar kuruntulara yapışmışsan eğer… Nasılsa bir an gelip fırtınalar seni uyandıracaktır…
Adem baba, Havva ile buluştuğundan beri kasırga ve tufan biçmektedir insanoğlu… Hayattaki başıboş fırtınalara, dünyeviliklerin saldırganlıklarına göğüs gerecek yegane kalkan ise sevgi denilen bu ilahi sırlar yumağıdır. Sevgiye kucak açarak kendinizi taçlandırınız.. Bu özel taçı taşıyamıyacağınızı düşünecek ve dağların ağırlığı ile kıyaslayacaksınız bu defa ama bilirsiniz ki bu taç her zaman dağlarıın ağırlığından daha ağırdır. Başta tutmak zordur ama hep itibar ve hürmet görür.
Sevgiye inanmakla, sevgiyi kabul etmekle azaplar başlar, kaçırılan fırsatların yakıcı ateşi ve vicdani ağrılar kıvrandırır sizi; pişmanlılar dövündürür akşam sabah… Ah tövbe… Neden açmadım sevgi kapılarını ardına kadar… Neden dolmadı sabah güneşi gönül koridorlarıma?… Ve yüreğe serin sular taşıyan, yüreği kadifemsi örtülerle saran, ilahi kudretin gücü, gönüllerin anahtarı olan bu sonsuz sevgi ile diner acılar ve bütün ıstıraplar…
Hepimiz bir yaşam ağacı bütünlüğündeyiz..Sevmek ve sevgiye layık olmak hepimizin hakkı değil mi…. Tanrı sevgi adına yaratmışsa insanı, sevgiyi esirgeme hakkına sahip değilsin… Çünkü bu Tanrının yasasıdır…
Veysel Şensoy