rüyalarında olsun mutluluğu yaşamak ümidiyle
MOR MENEKŞE……..!
El ayak çekilmiş, gece sessizliğe bürünmüş, herkes sevdiklerini koynuma alıp huzur içinde derin bir uykuya dalmıştı. Lambalar bir bir söndü, sokak ıssız, gece sessiz, karanlık gizemli bir girdaba bürünmüştü. Oda sevgi dolu küçük yuvasında sevdiklerini bir bir öpüp yüreğindeki sevgiyi onların bedenlerine kondurup, şevkatle okşadıktan sonra lambaları söndürdü. Gecenin hüznüyle yüreğini birleştirip, kendini kendiyle bir bütün olarak yaşayan, kendini bulduğu o dört duvar arasında odasına girdi.
Bir koltuğa oturup, birde sigara yaktı, gecenin hasretini yüreğimde hissederek. İçtiği sigara değil, sigaradan her nefes çekişinde sanki ömründen bir günü, bedeninden bir acıyı, yüreğinden bir hasreti silip atar gibi derinden çok derinden çekiyor, her nefes verişte öylesine uzaklara üflüyordu ki, bir daha gelmesinler, beni bulmasınlar, yoluma çıkmasınlar diye uzak çok uzaklara atıyordu. Sonra kalktı o karanlık odasında pencereden sızan loş ışığın yardımıyla başını pencerenin kenarına dayadı.
Nedense oldum olası karanlıktan korkardı. İsterdi ki yattığı odanın penceresinden mutlaka bir ışık vursun, karanlığın girdabından kurtulup, loş ışıkta kendine dokunduğunu gösterir karşı duvardaki hayalini görsün isterdi. Çünkü zaman zaman yalnız değilim diyerek hayaliyle karşısında bir dostu varmış gibi konuşsun, dertleşsin gecesini bir canla gölgede olsa paylaşsın isterdi. Yalnızlık onun yaşamında yaşamaktan korktuğu en büyük korkuydu. Yalnızlık korkusu onun beynine bir ur gibi işlemişti. Bu nedenledir ki, lambalarını söndürüp o dört duvar arasında kendiyle baş başa kaldığında perdenin arasından sızan aydedenin ışığını görmek isterdi.
Hayat onu fazlasıyla yormuştu. Vücudu savaşmaktan bitap düşmüştü. Beynimdeki yük o kadar yoğundu ki o beyin öylesine doluydu ki kaldırması gereken gücü geçmiş, ayakta duramaz haldeydi. Yüreği sevgiye, aşka hasret, yüreği yorgundu. Gözleri özlemle doluydu. Hasret acısıyla yanarken yüreği alev alev hüzün dolu gözleri bir noktaya odaklanmış gök yüzündeki parlayan yıldıza bakıyordu.
yıldıza Sen, sen, sen, sen ve yanlız sen, yalnız sen anlayabilirsin benim halimden. Yalnız sen yol gösterirsin karanlık geceme, yalnız sen aydınlatırsın hüzünlü yüreğimi diye küçük bir ışıktan medet umuyordu. Derken karanlığın ortasında kaybolmak üzereyken yıldızları etrafında toplamış minik bir ışık tüm geceye meydan okuyan gizemli bir ışık, çıkıverdi karşısına, küçük bir gülümsemeyle. Sanki bir eli vardı ve ona uzatmış tut elimden, seni diyarlar ötesine hiç kimsenin ulaşamadığı, cennet bahçesine götüreyim diyordu. Karanlık bir gecede düştü yıldızın arkasına, ona yol gösteren sevgi ışığının peşine. Dalıp gitti. Gökyüzündeki karanlığa dalıp gitti. Yıldızların onu alıp götürdüğü hayal bahçesine.
Birden bir kapı açıldı önünde. Etrafı güllerle donanmış korkarak girdi içeri. Bastığı her yer gelinciklerle süslenmişti. Kıyamıyordu onlara basmaya, içinde bir heyecan ayakları titremekte gözlerinde bir ışık karanlığın gizeminde yürüyordu bahçe boyunca gelincikler içinde. Yürüyor, yürüyor, yürüyor o yürüdükçe tanımadığı çiçekler elimden tutup ona hoş geldin diyorlardı.
Bak burası senin bahçen.
Burası gönül bahçen.
Bizlerin var olması, bizlerin bu denli sevgiyle rengarenk gökyüzünün yedi rengi gibi açması, gecenin karanlığında yıldızları bir güneş olarak görüp onların uzaklardaki ışığıyla hayata merhaba demesi, senin sevginin bizleri sulamasıyla bir gönül bahçesi oluşuverdi kurak dağlarda.
Bize can verdin.
Bize hayat verdin.
Bak bu bahçe senin sevginle üreyen büyüyen yeşeren ve çiçekler açtıran senin gönül bahçen dediler.
Sonra gözü çok uzaklara daldı. Uzak çok uzak bir tepe, tepenin üzerinde milyonlarca gelinciğin içinde ben burdayım diyen bir tane mor menekşe. Etrafı gelinciklerle bezenmiş, tepenin en yüksek yerinde gizemiyle tüm çiçekleri etrafında toplayan, bakan gözleri kamaştıran, bakan yüreği kendine çeken, nazlı bir ceylan gibi gözleri, incecik beli, rengi sevda seli, gelincik çiçeklerinin perisi ama boynu bükük mor menekşe.
O kıraç dağların tepesinde açan, kurak dağlarda çicek bahçesi oluşturan, sevdalı yüreğe can veren, sevgi tohumu eken, mor menekşe.
Boynu bükük mor menekşe.
Dağların kraliçesi mor menekşe.
Çiçeklerin baş tacı mor menekşe.
Gözleri ağlamaklı, yüreği hüzünlü, dili tatlı, boynu bükük hep ağlamaklı mor menekşe. İşte dediler işte bu sensin.
Gözlerindeki yaşlarla bizleri sulayan, gönlündeki sevgisiyle toprağımıza hayat veren, yüreğindeki aşk ateşiyle bizleri ısıtan, sevgi dolu kanatlarıyla bizleri koruyan mor menekşe.
Bizim menekşemiz.
Senin menekşen.
Senin mor menekşen.
Senin.
Hiç bir gözün bakmaya cesaret edemediği, hiç bir elin uzanıp tutmaya cesaret gösteremediği, hiç bir canın yüreğine girmeyi başaramadığı, dağların endamı hüzünlü mor menekşe.
Senin menekşen senin sadece senin. Mor menekşen.
Seninle ağlayan, seninle gülen, seninle var olan, sana kurban, canına can olan mor menekşen.
Gülücüğüne hasret, yüreğine hasret, tenine hasret, kokuna hasret, bedenine hasret, sevgine hasret, senin için var olan, seninle var olan, seninle sonsuzlukta buluşmaya ant içen mor menekşen.
SENİN MOR MENEKŞEN……………………!
Sadece hayalinde yaşattığı, ama asla sahip olamadığı, rüyalarını süsleyen küçük mor menekşe.
Sonra bir baktı o minik ışıklar bir bir kayboldu yerine koy bir karanlık sardı hüzün dolu yüreğine. Hayallerle yaşadığı bir geceyi daha geride bırakmak üzereydi. Tan yerinin ağarması ile birlikte onu bekleyen, tenini kendi teniyle ısıtan, bedenini kendi kollarıyla saran ve hadi gel bak buradayım seni bekliyorum diyen sevgili dostu yastığıyla buluşmak üzere yavaşça ordan uzaklaştı.
Gözlerinden süzülen iki damla yaşla, dalıp gittiği o küçük gönlünü aydınlatan, sevgi seli bırakan, hasretle yoğrulup, yüreğini derinliklerinde acı bırakan o küçük yıldızlardan gözlerini aldı. Başını dayadığı pencereden yavaşça uzaklaşıp, ateşler içinde kıvranırken, tüm bedeninin titrediğini, tüylerinin diken diken olup, yanan bedeninde soğuk rüzgarlar estiğini anlayıp, kollarıyla kendini sımsıkı sardı ve yavaşça oturduğu yerden kalktı.
Kalktı ve kendini kendiyle baş başa bulduğu, o soğuk yatağına uzandı. Bak sende yalnız değilsin deyip, kendi kendine sarılıp, başını yastığına koydu. Hüzünlü bir gecenin sonunda, buruk yüreği, uykuya hasret gözleri, okşanmaya hasret saçları, sevgiye hasret bedeniyle bir geceyi daha geride bırakıp, rüyalarında olsun mutluluğu yaşamak ümidiyle hüzün içinde uykuya daldı. Onun için yeni bir günün yeni bir başlangıcıydı.
Yarın
Ya yarın ………………………!
Yarın yine aynı yerde, yine bir gecede
Yarın yine aynı hayallerle çözemediği bir bilmeceyle
Yarın Yine yaşayacaktı, bugün yaşadıklarını yarın yine tekrar dalacaktı bir türlü sahip olamadığı, görüpte tutamadığı, alıpda yüreğinde saklayamadığı, işte bu benim, benim, bana ait diyemediği, ve hiçbir zamanda sahip olamayacağı yalnızlığını paylaşamayacağı o hayaller ülkesindeki MOR MENEKŞESİNE………………! 13.05.2010
Fatma SAYILIR
fatma hanım sitemize ve akkuş ailesine hoşgeldiniz.
sayın fatma hanım bu güzel yazı ile inanın insanları kırlarda bayırlarda hele birde bizim oralarda yeşilliklerin içinde doğmuş büyümüş şimdi özlem duyan insanları yani bizleri eski yıllarımıza götürüp biraz hoş biraz hüzün ve özlem içinde bıraksada yazı hoş olmuş eline sağlık.
O kıraç dağların tepesinde açan, kurak dağlarda çicek bahçesi oluşturan, sevdalı yüreğe can veren, sevgi tohumu eken, mor menekşe.
Boynu bükük mor menekşe.
Dağların kraliçesi mor menekşe.
Çiçeklerin baş tacı mor menekşe.
Gözleri ağlamaklı, yüreği hüzünlü, dili tatlı, boynu bükük hep ağlamaklı mor menekşe. İşte dediler işte bu sensin.
Gözlerindeki yaşlarla bizleri sulayan, gönlündeki sevgisiyle toprağımıza hayat veren, yüreğindeki aşk ateşiyle bizleri ısıtan, sevgi dolu kanatlarıyla bizleri koruyan mor menekşe.
Bizim menekşemiz.
Senin menekşen.
Senin mor menekşen.
Ne demeli, nasıl demeli? Hiç dememeli… Denilmiş en güzel cümleler, duygular mendil sallıyor her harfin tahtından…
Cümleler uzun ve kurgusu mükemmel… Oldum olası kısa cümle yazanların “kolay okunur” a sığınmalarına karşıyımdır. Uzun cümle ustalık işidir.
Mükemmel ve duygulu bir yazı…
Yüreğiniz bu duyguyu kaybetmesin. Kaleminiz hep bu minval üzere duygu damıtsın… Duam bu kadarcık…
Saygı ve selamlarımla,
Veysel Şensoy