Hasret ve Vuslat
İnsanoğlu doğan, büyüyen, gelişen ve nihayetinde bu dünyadan ardındakileri bırakarak göçüp giden bir varlıktır. Bu süre zarfında kendisi için gelip geçici olan dünyada neşet ettiği mekânı benimser ve özümser. Artık onun için vazgeçilmez olan unsurlardan biri doğup büyüdüğü topraklar olur. İşte memleket diye telaffuz ettiğimiz kavram böylece ortaya çıkar.
Memleket insanın içinde sallandığı beşik gibidir. O olmazsa rahat edemez, uyuyamaz, gelişemez ve herhangi bir mekâna ait olmaktan yoksun olur. Halbuki bir yere ait olmak kişiye güven hissi veren, onu sosyalleştiren en önemli etkendir. Bu durumun tersi ise yalnızlık dediğimiz olguyu beraberinde getirir. Yalnızlık çekilmez bir hastalıktır, insanı içten içe yer ve bitirir. Memleket ise yalnızlığın ilacı gibidir. Yeri gelir ağaçlarla, yeri gelir kuşlarla, çiçeklerle, böceklerle iç içe olmak insana huzur verir. Huzurlu olmak da insanı motive eder, sıhhatini olumlu yönde etkiler. Memleket, refah dolu ve sağlıklı bir yaşam için, insanın hayatında mühim bir yer arz eder. Zira bir Fransız yazarın dediği gibi bir memleket halkının sağlığı, hakikatte bir devletin dayandığı bütün mutluluk ve gücün temelidir. Aslında buraya kadar olan kısım işin çerezi diyebiliriz. Zira memleketin ihtiva ettiği öyle bir kurum var ki o da ailedir. Aile bizim yetişip bir dala tutunabilmemizin ana kaynağıdır. Aile olmazsa insan olmaz, insan olmazsa da aile olmaz. Çünkü aile ve insan birbirinde ayrılmaz olan iki unsurdur. Ailenin temel taşı ise ebeveynlerimizdir. Ana-baba bizleri toprağımıza bağlar, memleketimizle olan ilişkimizin kopmaz bağı olurlar. Bu nedenle aile, akraba, eş-dost ziyareti feda edilemez bir etkinliktir. Bu da kültürümüz içerisinde kavramsal açıdan ‘sılayı rahim’ ifadesiyle yerini almıştır.
Günler, aylar ve yıllar geçer, insan nemalandığı toprakları yaşamını idame ettirebilmesi için terk etmek zorunda kalır. Bu sefer duygu değişikliğiyle hasret ve özlem yaşar, vuslatı bekler. Bazen Nazım Hikmet’in belirttiği gibi günlerce, haftalarca, acıyla, kimi kere ağlamaklı olarak içinde yaşanan, hiç olmadık zaman ve mekânda durup dururken çarpan bir kokuya bürünür memleket. Bazen de insanın dimağında Reşat Nuri Güntekin’in, boğulacak gibi, ölecek gibi sıkılma olarak tanımladığı kavrama bürünüverir.
Bunca şeyi anlatma sebebim, aylarca hasret duyduğum memleketime ve en önemlisi aileme kavuşmamdır. Birbirinden güzel insanlarıyla, doğasıyla, karlar altında kalan yeşillikleriyle, toprağıyla memleketime kavuşma sevincimi yaşadım. Anacığımın birbirinden güzel yemeklerine kavuştum, babamla dertleşmenin tadına vardım, kardeşimle hasretimi giderdim, dedemin ve babaannemin doyum olmayan muhabbetlerini heyecanla dinledim, yine dedem ve anneannemin bana karşı sevgi dolu bakışlarının mutluluğunu yaşadım. Kısacası tam anlamıyla ‘sılayı rahim’ kavramını sözden fiiliyata geçirdim diyebilirim. Bir yandan ailemle diğer yandan güzel memleketim Akkuş ile hasretimi giderdim.
Akkuş benim için birçok şeyi beraberinde getirir, aslımı, özümü ve nereden geldiğimi unutmamam konusunda hatırlatıcı olarak adeta alarm vazifesi görür. Yoldayken bile Akkuş’a ne kadar mesafe kaldığını hatırlatan ara tabelalar git gide heyecanımı artırır. Nihayetinde Altta nüfus üstte Akkuş yazan tabelayı görünce içim kıpır kıpır olur, neşem yerine gelir. Güzel memleketime olan sevdamı tarif etmek elbette yazmakla tükenmez. Ancak şu kadarını söylemem gerekir ki Akkuş her şeyin daha fazlasına layıktır ve içinde barındırdığı güzellikleriyle eşsiz bir değere sahiptir. Edebiyatçı ve şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun” şeklinde tasvir ettiği memleketin diğer adıdır Akkuş. Bu güzel memleketimizin kıymetinin, değerinin bilinmesi ve unutulmaması dileğiyle….
Tarık GÜL