Ey Akkuş, elbet bir olacağız, elbet hasretleri bitireceğiz
DİYAR-I AKKUŞ
Bir coğrafya parçasındaki yerleşkenin adı mıdır “Akkuş” ismi sadece? Bu bölgede doğup, hayata adım atışların ilk anılarını gönüllerine burada nakşedenler için elbette ayrı manalar ifade etmektedir bu isim.
Zorlu tabiat şartlarının insanlar üstünde bıraktığı karakteristik izlerden, bu bölgeyi okuyup anlamak mümkündür. Her sabah uyandığınızda, ya bir sise, ya bir ince yağmura açabilirsiniz gözlerinizi. Güneş her zaman serin davranır bu bölgede size. Bunca zahmetli yaşam koşullarına rağmen hayata bakışları hep güleçtir burada yaşayanların.
Bir Akkuşlu bölgeyi anlatırken hissiyatını şöyle anlatır:
Akkuş, Yeşilin dalında yaprak, sazın telinde türkü, şiirin dilinde toprak, gurbetçinin gönlünde hasret diyarımız… Canik yaylalarının yalnız ve çileli çocuğu, Yüzyılların gerisinden kişneyen yağız atların şahlanışındaki heybetli, ulvi değerleri ile şahsiyetli, şanlı, şerefli haysiyetli vatanım… Yalansız sevgiler diyarı, istikbalde tutkuların durağı, kara kışın, ak kışın, ak kuşun ak kanatlarına eş pırıldayan ana toprağım Akkuş…
Gecelerin serin koynunda yıldızları avuçlardık tepelerde bir el uzatımlık mesafelerde.. . Ay ışığı gölgelerimize düşerdi loş gecelerde tebessümlerle. Bir çiğ tutmuş güz sabahında yeşilimsi, mayhoş yulaf kokusu kucaklardı bizi harman kenarındaki öbeklerde yeşil ve küflü.
Bir mevsim diğerine yol veriyordu vakti geldiğinde. Son baharlarda acı ve hüzün çağrıştırır bir burukluk sarardı yüreğimizi. Gürgen ağaçlarından yapraklar düşerdi rüzgarın önüne, sararmış, yorgun ve sona varmış…Uğruna ölmek miydi bu, yoksa hayata anlam kazandırmak mı? Kış gelirdi sislerin koynunda ve bir sabah ile sunardı beyaz armağanını. Kasvetli bir sis hapsederdi topyekün bizi ruhumuzla birlikte… Ayaza çekerdi geceler, kalın karlar buza dönüşürdü sabahları…Sevinirdik kızaklarla kayacağız diye… Kuşluk vaktinde eve dönüp, kızıla kesmiş odun sobasının başında, kızaklarda ıslanan arkamızı kuruturduk, annemizden tatlı fırçalar yiyerek… Samanlıklarda saklanan elmaların tadı başka, cevizlerin lezzeti ap-ayrı olurdu. Kuyularda saklanan beyaz kestane kıvamında patatesleri külleyerek yemenin zevki ile unuturduk dondurucu soğukları. Bir gece ılık bir rüzgar ile karların artık bizi taşımaz olduğunu görürdük; bir başka gün de ansızın eriklerin kar beyaz çiçekleri gülümseyiverirdi bize. İlk hangi ağacın dalı yaprak açardı bilmiyorum ama gene birkaç günlük sisin ardından yeşile kesilirdi dağ taş. Ben en çok kiraz çiçeklerini severdim. Bir gün allı kırmızılı kiraz koçanları salınırken dalında bu görsellik karşısında kıyama dururdum…
Sonra?… Sonrasını sildik hafızalarımızdan; aslında silmeye çalıştık. Büyüdükçe bu hayal diyarımızdan kopuyorduk çünkü. Kimi bir okula, kimi iki lokma ekmek uğruna uzak ellere koyup gittik. Adına “gurbet” diyorlardı ama çok uzun yıllar anlamını hafife alarak yaşadık; aslında anlamını bilmek istemedik. Bir daha geri dönemedik; geride kalan yollarımıza mayınlar bırakmıştık adeta. Bir gün anladık ki geride yüreklerimiz kalmıştı. Uzaklarda yaşayan bedenimiz ve hayali kimliklerimizdi. Gittik uzaklara ama gönlümüzde, ipekböcekleri kozasından çıkan ince lifler gibi değerli sadakat ipleri kopmadı hiçbir zaman…
Ve sonra özlemlerimizi kaleme vurduk yazmadı, şiire vurduk kelimeler yetmedi, hikayelere vurduk gücümüz yetmedi, anlatamadık bir türlü derdimizi. Ancak biz anlardık birbirimizi; akkuşlular, gurbetçiler, arifler diyarının kuvvetli ve kudretli yiğit insanları…. Gurbet; şu uzaklık, ayrılık duygularının toptan adı… Belimizi büken iki hece…
Ben tren garlarına yakın olmaktan korktum bu yüzden. Tren düdüğündeki acı çığlıklarından yayılan duygu kadar ruhuma ürperti veren bir ses olmadı hayatımda. Otobüs terminallerinde el sallayışları izleyemem. Bana bir yerleri hatırlatır ve içime kapanarak, günlerce burkulan yürek acımı dinlerim
Ey Akkuş, elbet bir olacağız, elbet hasretleri bitireceğiz, ve “gençliğimizin son günü çalınmadan elimizden” geleceğe ödünç verilmiş ertelenmiş hayatımızı birlikte yaşayacağız. Biliyorum ki bu cümleyi yazarken sadece hayal kuruyorum. Biliyorum ki o gün hiç gelmeyecek ve ben bu dileğimi yaşayamıyacağım. Olsun, hayal ediyorum ya…
Akkuş umutların güneşi, Mutlulukların sırrı, sevdaların finali güzel toprağım. Son gürgen yaprağı düşmeden dalından bir mendil sallanımı miktarı kucaklamak isterim seni.
Veysel Şensoy
10.03.2010
Tripoli/Libya