21 Kasım 2024 Per

Dilimizde Sadakat

Tahsin ÇAYIROĞLU’nun Kaleminden  

DİLİMİZE SADAKAT

     Profesör Muharrem Ergin, lisanı ‘’ dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunlarında yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; seslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir’’ diye tarif eder.

‘’ Türkçe dünyanın en güzel, en zengin, en büyük dillerinden biridir. Asırlarca üç kıtada konuşulmuş, yazılıp okunmuştur. İlk şekli ile kalmamış, gelişmiştir. Kendi kendisini yenilemiş, tazelemiş ve zenginleştirmiştir. Çok mantıklı, çok ahenkli, ifade kabiliyeti çok yüksek bir dildir… Böyle güzel bir dile sahip olmak Türklerin en büyük iftiharlarıdır… Dil bir milletin diğer milletlerden farklı olan terennümü ve konuşmasıdır… Dil düşüncenin aynasıdır… Dil milli hafızanın, milli hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, bütün maddi ve manevi değerlerin, bütün buluş ve yaratılışların müşterek hazinesidir… Dil fertleri birbirine bağlayan ilk bağdır… Dil milli damgası en belirli olan kültür unsurudur… Hülasa dil millet denilen insan cemiyetinin en mühim sosyal unsurudur…’’

Yeryüzünde Diler:

A)   Dil Aileleri:

1)Hint-Avrupa Dil Ailesi: Fince ve Macarca haricinde kalan tüm Avrupa dilleri ile Farsça ve Hint dillerini kapsar.

a)Germen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe ve İskandinav dilleri.

b)Roman (Latin) Dilleri: Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca ve Rumen dilleri.

c)İslav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Sırpça, Lehçe dilleri.

d)Yunanca, Arnavutça, Keltçe, Litvanca dilleri.

e)Farsça, Avestçe, Ermenice dilleri.

f)Hint dilleri.

2)Sami Dilleri: Akaçta, Arapça ve İbranice dilleri.

3)Bantu Dilleri: Orta ve Güney Afrika’da konuşulan dil grupları.

4)Çin-Tibet Dil Ailesi: Çin ve Tibet’te konuşulan diller.

5)Ural-Altay Dil Grubu: Yukarıdaki dillerin aksine bu dil grubuna aile denmiyor çünkü menşei yakınlıktan ziyade yapı bakımından birbirine benzediklerinden dolayı dil grubu olarak anılırlar.

a)Ural Kolu: Fince, Macarca, Samoyetçe dilleri.

b)Altay Kolu: Türkçe, Moğolca dilleri.

B)   Yapı Bakımından Dil Grupları:

1)Tek Heceli Diller: Kelimelerin çekimli halleri yoktur. Çin-Tibet dilleri bu gruptandır.

2)Eklemeli Diller: Tek ya da çok heceli kelime kökleri ile ekleri vardır. Türkçe, Macarca dileri gibi.

3)Çekimli Diller: Eklerle beraber çoğunlukla köklerde değişme olur. Hint-Avrupa, Sami dilleri bu gruptandır.

Türkçe’nin Gelişimi:

Lehçe: Bir dilin en eski zamanlarda ayrılan kollarına denir. Hem ses, hem şekil hem de kelime ayrılıkları vardır. Oğuzca, Çavuşça ve Yakutça gibi.

Şive: Dilin bilinen tarihi seyri içinde ayrılan kollarıdır. Ses, şekil ayrılıkları vardır. Oğuzca, Kırgızca, Kazakça gibi.

Ağız: Bir dilin yani zamanlarda ayrılmış bölgesel farklılıklarıdır. Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi gibi.

Aksan: Bir dil içindeki yöresel farklılıklardır.

1)Eski Türkçe: Başlangıçtan 12 ve 13. asra kadar olan zamanı kapsar. Türkçe’nin ele geçmiş ilk büyük eserleri 8. yüzyılın ilk yarısında yazılmış olan Orhun Abideleridir.

Eski Türkçe’nin gerisi karanlık devirdir. Burada Türkçe, Çavuşça ve Yakutça ile buluşur. Daha geriye gidildiğinde ise Moğolca, Mançuca ve Tunguzca ile buluşur.

Eski Türkçe göçlerle beraber ikiye ayrılmıştır; Kuzey-Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi olarak.

2)Kuzey-Doğu Türkçesi: 13 ve 14. asırda Kuzey ve Doğu Türkçesi olarak ikiye ayrılmıştır. Kuzey Türkçesi’ne Kıpçakça (Tatarca), Doğu Türkçesi’ne de Çağatayca (Özbekçe) denir.

3) Batı Türkçesi (Oğuzca): 13. asırdan günümüze kadar gelen Batı Türkçesi’dir. Oğuzların yurdu olan Hazer’den yayılmıştır.

a)Doğu Oğuzca: Azerbaycan, Kafkasya ve Doğu Anadolu ile Kerkük yöresinde konuşulur. Doğu Oğuzca, Türkiye Türkçesine nispetle daha fazla Kuzey-Doğu Türkçesi’nin tesiri altında kalmıştır.

b)Batı Oğuzca (Osmanlı Türkçesi): Türkiye, Balkanlar, Rumeli ve Kıbrıs’ta konuşulur.

Osmanlı Türkçesi’nin Gelişimi (Batı Oğuzca):

-Eski Anadolu Türkçesi: 13 ilâ 15. asır arasında konuşulan Türkçe’dir. Yoğun biçimde Eski Türkçe’nin izlerini taşır. Bu dönem daha çok Batı Türkçesi’ne geçiş özelliliği taşımaktadır. Arapça ve Farsça unsurların tesiri zayıf olmakla beraber yavaş yavaş nüfuz etmeye başlamıştır. Karahanlılar, Selçuklular ile Osmanlı’nın ilk dönemlerini kapsamaktadır. Doğu Oğuzca henüz oluşmamıştır.

-Osmanlı Türkçesi: Batı Türkçesi’nin ikinci devresi olan bu dönem 16. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyılın sonuna kadar devam eder. Eski Türkçe’nin izleri kaybolmuştur. Arapça ve Farsça unsurlar yoğun bir şekilde Türkçe’nin içine nüfuz etmiştir.

-Türkiye Türkçesi: Dilde sadeleşme 20. asrın başlarından başlayarak günümüzü de içine alan dönemdir. Gittikçe Arapça ve Farsça unsurlar azalmaya başlamıştır. Konuşma dili ile yazı dili birleştirilmiştir.

Yukarıda Profesör Muharrem Ergin’den ziyadesiyle istifade ederek dilin tanımı, dil aileleri ve Türkçe’nin tarihi seyrini kısaca vermeye çalıştık. Şimdi Türkçe’nin içinde bulunduğu hâle göz atmaya çalışalım.

Türklerin İslâmiyeti kabul etmesinden birkaç asır sonra Arapça ve Farsça unsurların tesiri altında kalan Türkçemiz 19. asrın başına kadar resmi ideolojiden yoksun olarak kendi kaderine terkedilmiş ve ozanlar dışında işlenmediğinden dolayı da yavan kalmıştır. Bununla beraber yüzyıllarca dilimizle iç içe olan Arapça ve Farsça unsurların birçoğu halkımızın ocağında pişerek milletin eti, kemiği olmuştur ve bu kelimelerin, kelime gruplarının birçoğu da Türkçeleşmiştir. Milliyetçiliğin taşıdığı coşku ve o halet-i ruhiye içinde dilde sadeleşme hareketi başlamıştır. Meşrutiyet yıllarında Türkçeleşme yönündeki çabalar Cumhuriyet’in ilanından epey zaman sonra Öz Türkçe adı altında tamamen hayal ürünü olan bir serüvene sürüklenmeye çalışılmış ve hatta çalışılmaktadır. Öz Türkçe adı altında Uydurukça diye tabir edilebilecek ve tamamen aslını inkâra sebebiyet veren anlamsız bir dil peyda edilmiş ve bununla beraber yeni bir kuşak yaratılmak istenmektedir.

Tanzimatla başlayan dilde sadeleşme hareketi, o zamanın münevverleri olan Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Nazif, Ali Suavi, Şemsettin Sami ile başlamış ve Meşrutiyet’in münevverleri olan ve Cumhuriyet’in alt yapısını hazırlayan Ahmet Hikmet, Mehmet Emin Yurdakul, Necip Asım, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Fuat Köprülü ile de hayat bulmuştur. Milliyetçilik akımının önde gelen simalarından Ziya Gökalp dilde sadeleşmeden bahsederken önemli hususlara parmak basmıştır. Türkçe’de karşılığı bulunan kelimelerde Türkçe kelimelerin kullanılması ve Türkçeleşmiş Arapça ve Farsça kelimelere dokunulmaması gerektiğinin altını çizmiştir.

 Dile büyük ehemmiyet veren Atatürk, Türk Tarih Kurumu ile beraber Türk Dil Kurumu’nu da kurdurdu. Söylevlerinde de engin kelime hazinesini ortaya koyan Atatürk, dil konusunda ilk resmi araştırmaları da başlatmıştır. Ancak sadeleşme konusunda ahenkten uzaklaştırılması neticesinde Türkçe’de fakirleşme başladığı gibi halkımızın daha az kelime ile meramını dile getirir hale düşmesi, düşünce sistemini etkilediği gibi nesiller arasında anlayış problemi yaratmıştır. Türkçe’nin başına gelenler sırf bunlarla sınırlı olmayıp yeni dalga yabancı dil hegemonyası ile dilde yozlaşma ayrı bir tehdit unsuru niteliği taşımaktadır. 8. asırda yazılan Göktürk Kitabelerinde yer alan Bilge Kağan Anıtında şu sözler çok manîdardır; ‘’… Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol!…’’

Şimdi de dilimizi tehdit eden unsurları inceleyelim:

1)Arapça ve Farsça Unsurların İstilâsı: Selçuklular dönemi içinde özellikle Farsça’nın tesiri fazlası ile hissedilmeye başlanmıştır. Arapça ve Farsça unsurlar Selçuklu saraylarında itibar görmesine rağmen halk arasına daha inememiştir. Bu unsurların tam işgali 16, 17 ve 18. asırda zirveye çıkmıştır. Selçuklu hakanları Melikşah’la beraber isimlerini dahi Farsçalaştırmışlardır. Örneğin ilk hanlar sırası ile Selçik, Aslan Yabgu, Tuğrul ve Çağrı, Alpaslan, Kılıçaslan iken Gıyasettin Kayhüsrev, Alaattin Keykubat’a dönüşmüştür. Yine Osmanlı Türkiyesi’nde Alp Gündüz, Ertuğrul, Ataman iken yerini özellikle de son dönemlerde koyu (geleneksel olmayan) Arapça isimler olan Abdühamit, Abdülaziz, Abdülmecit’e bırakmıştır.

Arapça’nın etkisi Kur’an ve diğer dini kaynakların dili olması ile olmuştur. Ancak Arapça hiçbir zaman Farsça’nın yerini tutamamıştır. Farsça’nın ağırlığı ise birçok nedenledir. Bunlar arasında İran’ın Türklerin komşusu olması ve Pers memleketinin Türklerin göç yolları üzerinde bulunması, Farsça’nın edebî yönünün daha ağır olması (örneğin Türkçe’deki çiçek adları Farsça’dır) ve özelikle de Türklerin İslâmiyeti Persler’den öğrenmiş olması Farsça’yı özel kılmıştır. Hatta birçok dini kelime de Farsça’dan geçmedir. Farz-ı misâl namaz, peygâmber, câmi, hoca gibi kelimeleri sayabiliriz.

İlk zamanlarda İslâmiyeti kabul eden Türkler ve Persler haricindeki halklar Arapça’nın etkisiyle Araplaşmışlardır buna örnek olarak Kuzey Afrika topluluklarını gösterebiliriz.

Asırlardır Türk dili ile haşir neşir olan Arapça ve Farsça unsurlardan birçoğu Türkçeleşerek Türkçe’nin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu kelimelerin birçoğu da orijinal manalarını yitirerek Türkçe anlamlar kazanmışlardır. Ancak son dönemlerde hız kazanan Öztürkçeleşme adı altında Türkçe’nin altı oyularak Arapça ve Farsça unsurlar ve tamlamalar atılmaya çalışılmıştır. Yeni dönemde ilk ve orta öğretim kitaplarında uyduruk kelimelerle Türkçe sığlaştırılmaktadır. Örneğin ‘’cümle’’ yerine ‘’tümce’’ diye bir tabir uydurulmuştur. Bu kelime ile halk arasında deyimleşen bir cümlemiz vardır; ‘’cümleten hoş geldiniz’’ yerine ‘’tümceden hoş geldiniz’’ demek ne kadar hoş olacak ya da ‘’sürç-i lisan, iade-i ziyaret’’ cümlesini ne ile ikâme edeceğiz?

Evet, vakt-i zamanında yüzyıllar boyu yavan bırakılmış, kaderine terkedilmiş dilimiz bunun yerine Arapça ve Farsça unsurlarla ikâme edilmiş ancak bu böyle olmuş diye yüzyılları inkâr etmek ne kadar kâbildir. Kaldı ki bu unsurların birçoğu da dilimize mâlolmuştur. Bereket versin o zamanda okuma-yazma oranının düşük olması dilimizi yok olmaktan kurtarmıştır ve birçok yabancı unsurlar da böylece halkın süzgecinden geçerek Türkçeleşme imkânı bulmuştur. Şimdi yapılması gereken mazî ve atî arasındaki köprüyü yıkmamak, bağı koparmamak için dil ile oynanmaması gerektiğidir. Bu köprüyü muhafaza etmek için orta öğretim kurumlarında ve yüksek öğretimde Osmanlı Türkçesi seçmeli ders olarak verilmelidir. Bir İngiliz vatandaşı asırlar evvelinde yaşamış olan Şekspır’ı okuyabilmektedir oysa biz ne Fuzuli’yi ne Baki’yi okuyabiliyoruz ne de anlayabiliyoruz!

2)Uyduruk Kelimeler-Uydurukça: Türkçe’yi sadeleştirme adı altında devam eden bu hareketin içinde iyi niyetli yaklaşımlar olduğu gibi sırf yeni bir dil ve yeni bir nesil yaratma gayesini güden hareketler de vardır. Dilde sadeleşme yönünde kısmen başarı sağlanmış olmasına rağmen Türkçe büyük zararlar da görmektedir. Örneğin bilgisayar, okul, öğrenci, öğretmen gibi kelimelerin ve Moğolca’dan alınan –sel ekinin oturmasına karşılık Latince’den geçerek Türkçeleşen baba kelimesinin yerine uydurulan doğurtkaç gibi kelimeler gülünç bir hâl yaratmıştır. Yine ‘’edebiyat’’ kelimesinin yerine ‘’yazın’’ diye bir tabir yerleştirilmeye çalışılıyor. Şimdi ‘’edep’’ sözcüğü ile başlayan san’atsal bir isme ‘’yazın’’ gibi yalın, anlam kargaşasına yol açacak ve basit bir kelime nasıl ikâme edilebilir? Ancak bununla da kalınmayarak ders kitaplarına giren birçok uyduruk kelimeler halkın süzgecinden geçirilmeden tepeden, basma-kalıp şeklinde empoze edilerek çocukların beynine şırınga edilmesi büyük zararları beraberinde taşımaktadır. Öztürkçe adı altında yapılan bu vaziyet Türkçe konuşan ülkemizde alternatif bir dil yaratma gayesini gütmektedir. Bir yandan Türkçe’deki kelime kıyımı devam ederken öbür yanda dilbilgisi kuralları da hiçe sayılarak uydurulan kelimeler yüzünden halkımızın düşünce dağarcığına gem vurulduğu gibi kökleri ile de bağına balta vurulmaktadır. Bu konudaki düzenlemeler Türkçeleşen ve kalıplaşan Arapça ve Farsça asıllı kelimelere dokunulmadan yeni tanımlamalar için alt yapısı hazırlanarak yapılması büyük önem taşımaktadır. Yine ‘’Türkistan’’ isminin ‘’istan’’ eki (yurt) Farsça, ‘’türkü’’ kelimesinin ‘’ü’’ye dönüşmüş olan ‘’î’’ (özgü) eki Arapça, ‘’Muhammet’’ adının Türkçe’ye dönüşmüş hâli ‘’Mehmet’’ ve daha birçok vilâyet, kaza ve ülke adları Eski Anadolu Medeniyetlerinden tutun da Latince, Yunanca, Arapça ve Farsça asıllı olup Türkçeleşmişlerdir örneğin; Giresun, Ankara, Antakya, İstanbul, Samsun, Şanlıurfa, Mardin, Anadolu, Trakya vs. Şimdi Öztürkçeciler kalksın da bu işin içinden çıksınlar bakalım? Onun için Öztürkçeciler tehlikeli bir oyun oynamaktadır, asıl olan bu işin ehline yani millete bırakılmasıdır. Ne diyor üstat Muharrem hoca, ‘’dil canlı bir varlıktır’’, onun için dilimizi öldürmeyelim! Yine bu konu ile alâkalı Mehmet Kaplan bir örnek vermektedir; Arapça kökenli ‘’akıl’’ kelimesi ile ilgili yirmiden fazla deyim olduğunu ileri sürerek ve akıl kârı, akıl vermek, akıl satmak, akıl almak gibi deyimleri vurgulamakta. Şimdi bunun yerine Eski Türkçe olan ‘’us’’ kelimesinin canlandırmaya çalışmanın akıl kârı mı olduğunu sormaktadır.

 Ayrıca yeni dil yaratma gayesi yeni kuşakları köklerinden koparacağı gibi asırlardır aynı dili ve kelimeleri kullanan akraba topluluklara ve kültürel birlikteliğimiz olan diğer milletlere karşı da yabancılaşmayı getirecektir. Kısacası bu kıyım kültürel yabancılaşmayı yani yozlaşmayı getirecektir!          

3)İngilizcenin İstilası: Bu ecnebi dil istilası tâ Tanzimat’tan bu yana süregelen bir meseledir. Tanzimat’la beraber 20. asrın ortalarına kadar Fransızca kelimeler bir moda yahut farklı bir tabakadan olmanın ispatı olarak kullanıldı. Bundan sonraki süreçte ise İngilizce kelimeler ve aksanlar kullanılmaya başlandı. Yeni terimler şeklinde geldiği yetmediği gibi Türkçe’de bulunan kelimelere da alternatif olarak kullanılmaya başlanan bu kelimeler küreselleşme ve teknolojik gelişmelerle beraber hegemonyasını artırdı. Bu durum kendisini entelektüel olarak tanımlayan kesimin yanında gençler arasında da rağbet görmesi dilimizin geleceği açısından tehlike arzetmektedir. Tüm bunlara rağmen resmi ideolojinin denetimi altında bulunan kurumların da buna göz yumması ayrıca tehlikenin boyutunu göstermektedir. Birçok orta öğretim ve yüksek öğretim kurumu eğitim dili olarak İngilizce’yi kullanmaktadır. 3. Dünya ülkelerine has olan bu durum Türkiye gibi köklü geçmişi olan milletler için onur kırıcıdır.

Türkçesi olmasına rağmen kullanılan ecnebi sözcüklere misal vermek gerekirse; hoşçakal yerine bay, teşekkür ya da sağol yerine mersi, erkek arkadaş yerine boyfirend, beyefendi yerine centilmen, lise yerine kolej, kutu yerine baks, yumuşak yerine soft, kule yerine towers, affedersiniz yerine pardon, bir numara yerine number one gibi uzayıp giden kelimelerinin kullanılması. Öbür yanda işletme adlarının neredeyse % 80 İngilizce ve bu bir özenti olarak devam etmektedir. Türk Dil Kurumu o zaman boşuna kurulmuş demek olmuyor mu?   

4) İngilizce Harf ve Aksanının Kullanılması: Alfabemiz yirmi dokuz harften ve otuz civarında da sesten mürekkeptir. Buna mukabil birçok yabancı kelimeler kendi harf sistemine göre yazılmakta ve kendi aksanında telaffuz edilmektedir. Biz yabancı alfabeyi dilimizde kullanacaksa bizim alfabe sisteminin esprisi nerde kalır? Bunu örneklendirmek icap ederse; show, ntv (entivi okunuyor oysa Türkçe okunuşu n(e)t(e)v(e) yani ‘’neteve’’dir.), lcd, rock müzik vs. Alfabemizde x, w, sh,ck gibi harfler ve sesler olmadığı gibi alfabemiz sesli biten seslerle okunur yani ‘’n’’ sesi ‘’ne’’ olarak okunur asla ‘‘en’’ şeklinde değil! Biz bunlara itibar edersek dilimizin özgünlüğünden söz etmemiz mümkün müdür? 

5)Kırık-Bozuk Telaffuzlar: Belli bir kesim yine genelden farklı olduğunu göstermek maksadıyla ağzını, burnunu eğerek yahut büzerek acayip bir telaffuzla konuşarak Türkçe’yi bozmaktadır. Bu genel itibari ile genç yaştaki kızlarda belirgin olmakla beraber bir takım özel televizyon ve özel radyo kanallarında dijeylik yapanlar, spikerler, sunucular ve gösteri yapanlarda görülmekle buna ilave olarak da rak vb tarzı müzik yapanlarla özendirilmektedir. Bozuk telaffuza örnek vermek gerekirse, ‘’ Ayy oha folan oldumm yağni! Diğcek bir laâf bulamiyyorumm. Beân miı hayyir yağni!’’

6)Türk Dilbilgisi Yazım Kaidelerini İhlâli: Türkçe karakter içermeyen internet ve cep telefonları buna zemin hazırlarken bunun yanında internet ya da ileti dili adıyla dilbilgisi kuralları katledilmektedir. Bunu orta ve uzun vadeli düşündüğümüz vakit dil üzerindeki tahribâtı hesap etmek gayet kolay olacaktır! İnternet diline misal vermek gerekirse,’’ slm nbr ii misn taHsin benevdyim sizce ole deilmi.Ciktim habern olsn byyy.’’

Ağzımızda anne sütü gibi helal ve hoş olan güzel Türkçemizi doğru bir şekilde kullanmak ve kullandırtmak başta kamu olmak üzere herkese ödevler ve haklar yüklemektedir. Bunun bilincinde olarak geçmişi ile barışık, geleceğe umutla bakan nesiller için en önemli mukaddesatımız olan dilimize sadık olalım!

                                                   16/04/2008-İstanbul

                                                Tahsin ÇAYIROĞLU

Related Articles

1 Yorum

  1. Eğer bugün bizim ülkemizde milletvekillerimiz bile kendilerine ‘parlementer’, meclise ise ‘parlemento’ diyorsa tabi ki halkımız da dilin yozlaşmasını olumlu bir davranış olarak algılayacaktır.Eğer bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde, Türk bayrağının altında,Türk parasıyla kurulan üniversitelerde Türkçe’den başka bir dille eğitim öğretim yapılıyorsa elbette ki bu ülkede güzel Türkçemiz zamanla yabancı dillerin işgali altında kalacaktır. Eğer bugün herhangi bir üniversitenin herhangi bir bölümünde okumak için tamı tamına bir yılınızı hazırlık adı altında-artık neye hazırlanıyorsak-İngilizce’ye harcamanız gerekiyorsa elbette ki dilimizin kültürel bir sömürüye maruz kalması da kaçınılmaz olacaktır.Dil bir milletin geçmişi ile geleceği arasında köprü vazifesi yapan en büyük unsurdur.Bu köprünün yıkılması demek bu topraklardaki Türk kültürünün yerini zaman içerisinde Anglo Sakson bir kültürün alması demek olacaktır ki hiçbir vatansever de böyle bir durumla karşı karşıya kalmak istemez.Çoğu kişiye önemsiz hatta gereksiz gelse de dilin korunması bence vatanını ve milletini seven tüm yürekli insanların milli davaları arasında yer almalıdır.
    Bu konudaki son sözü Mustafa Kemal Atatürk’e bırakıyorum:
    Türk demek Türkçe demektir,ne mutlu Türk’üm diyene!(Meğer meşhur sözün birinci kısmı da varmış!)
    Yazın için emeğine ve yüreğine sağlık Tahsin Abi..

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
19AboneAbone Ol

Çok Okunanlar