Hiçbir filiz kendi gölgesinden öte bir yerde ölümü tatmamıştır..” diyorlar. Bizim gölgemiz bile yok. Ey bahtsız beden gölgeni bile kaybettin, ruhun nerde? Bir Elif miktarı medlik hayatın nasıl da tufan sağnakları arasında kayıp gitti!
BIR ELIF MIKTARI MED HAYAT
Terlemeyi bile unutmuş yanık bedeniyle, susuzluktan çatır çatır çatlamış dudaklarıyla ve semaya uzanan dualarıyla “ bir damla denizi “ dileyen, bir mayısın bilinmez gününde ve vaktinde düşüyorum ucu yanık kağıt kokan sayfalara bu satırları..Vaveyla eden bir öğle vaktinde kızıl çollerin deli rüzgarlarında düşlerimi düvüyor grenit sertliğinde kum taneleri, bir nota düzeninde ve sürekli…Deli esen fırtınalara inat başımı dik tutuyorum ve gün batışında çöl güneşinin yangınlarına baka baka fısıltılar dökülüyor pas tutmuş dilimden salkım salkım, dua dua…. Kulağıma Cennet şarkılarından bölümler haykırıyor, minare uçlarında ıslık çalan rüzgarın sesi ve huzuru mücdeliyor yankı yankı.
Yüreğinde yeşil çimen ve gürgen yaprağı kokusu, uzun yolların da bittiğini bilme çoşkusu kanat çırpıyor kulaklarımın duyularını okşayarak. Toprak kokan, çayır kokan, gürgen kokan türkülerin yüreğine akıyorum, onlar benim yüreğimi çalmadan.
Yollar vardır düz ama aşılmaz, yollar vardır uçurumlara dost ve vahşi. Yollar vardır çakıllı ve dikenli ama huzur ve rafaha çıkar. perdeleri aralayıp bakmak, kalmamış dermanımla kapıları kırıp koşmak istiyor bedenim, ama şeytanın yalancı cennetine kanmış nefsimin hoyratlıkları ve bencillikleri yorgun bedenimle, ve engin ruhumla yaptığı savaşı galip bitirmekte hep.
Ellerimde yangın yeri gibi tüten bir şiir hikayesi var mısri’den okumaya çalıştığım. Şiirin yangını ile tutuşmuş kitaplar alev alev gölgelerimi geçmişe savuryor, alay ederek benliğimle. Çığlıklar dökülüyor tuz kurusu dudaklarımdan dört elif miktarı med. Ah ki ah, dallarında bir “ Elif “ miktarı huzur, çiçeklerinde taze umutları taşıyan “gül-i râna’nın” bir tutam mutluluğunu vaad eden geçmiş, olduğum gelecekten utanıyor şimdi. Şansıma güvenerek seçtiğim yolun, bahtım diyerek açıklamasına sığınmayan kalbimdeki feryad-ı figandan inileyen dağlarda umutsuz dualarımın hüzünü dolaşıyor.
Niyazi Mısri gibi gönülsüz sürgün yerine, gönüllü sürgünde külleniyor közlerim. Mısri gibi yazmayı bilmese de beynim, Mısri gibi bir alimi okuma ferahlığı ve mutluluğunu kucaklıyorum dolu dolu. Ben mısri’yi bilirim ama mısri beni bilmez. Oysa mısralar beni anlatır.
Nadanı terk etmeden, yaranı arzularsın
Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın
Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu
Nefsini sen bilmeden Sübhan’ı arzularsın
Sen bu evin kapusun henüz bulup açmadan
İçindeki kenz-i bipayan’ı arzularsın
Taşra üfürmek ile yalınlanır mı ocak
Yönün Hakk’a dönmeden ihsanı arzularsın
Dağlar gibi kuşatmış benlik günahı seni
Günahını bilmeden gufranı arzularsın
Sen şarabı içmeden serhoş-u mest olmadan
Nicesi Hak emrine fermanı arzularsın
Cevzin yeşil kabuğunu yemekle tad bulunmaz
Zahir ile ey fakih Kur’an-ı arzularsın
Gurbetliğe düşmeden mihnete satışmadan
Kebap olup pişmeden püryanı arzularsın
Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok
Issız dağın başında mihmanı arzularsın
Ben bağ ile bostanı gezdim hıyar bulmadım
Sen söğüt ağacından rumman’ı arzularsın
Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile
Yunus’leyin Niyazi irfanı arzularsın
Tedavülden kalkmış uzun bir ömrün bilançolarında “zarar” yazıyor, lambaları sönmüş mahyalar gibi hüzün ve yalnızlık dolu. Yüz bayram görmüş gözüm, kaç bayram bir elif miktarı güldüğünü, hatrılar mı yüzümün?
Camdan gemilerimde kaptan köşküne perdeler çekmeye çalışan iyi gün dostlarının, aldattıkları kalbimin her parçası, bir avuç deryanın en derin yerlerinde tuz buz olarak saçılmış pişmanlıkları ile kim heybesine doldurup da, tövbekar dergahına yunus odunu yapabilir ki şimdi? Boşa bekleyişlerimi bir umut süslemeye şalışıyor kırmızı kurdelalar takarak…
Karanlıklarıma bir göz gerek. Annemin secde yeri aşınmış seccadesinin yönünü dündüğü kıblesini analatacak bir dil gerek bana. Ellerinde huzur filesi ile gelen, geçtiği yerlere mutllukları döken, dökülenler için mesut olan ve arkasına bakmayan bir öz gerek bana. Bir dost… Belki bir dost gerek… Olduğunu bildiğim ama yerini bulamadığım dost…
“Hiçbir filiz kendi gölgesinden öte bir yerde ölümü tatmamıştır..” diyorlar. Bizim gölgemiz bile yok. Ey bahtsız beden gölgeni bile kaybettin, ruhun nerde? Bir Elif miktarı medlik hayatın nasıl da tufan sağnakları arasında kayıp gitti!..
İnile ey dertli gönül inile
Ehl-i derdün inliyecek çağıdur
Gel tımar et yaranı sen ışk ile
Yaralarun onulacak çağıdur
Veysel ŞENSOY
20.05.2008 Katar