Belki Döneriz Ama, Akkuş’un Gürgenleri Yıkılmış Olur.

576

Köşe Yazarımız Veysel ŞENSOY, Onlarca Türküde İstenen Arzulara Kavuşulup, Kavuşulmadığını Merak Etmiş. Bizler için kaleme almış.

TÜRKÜLER  AH

Şu türküleri yüreğindeki tellerden nağmelere dökenlerin duydukları ruh acısı, yaşadıkları beden ağrısı nasıl bir duygudur acaba diye soran oldu mu acaba?

Akkuşun başında kar görüp duman özleyen ve muhannet yarindi iman olmadığını haykıran yanık bağırlı akkuşlu kimdi acaba.

Allı turnalara bizim ellere selam söyleten, gurbetten usanmış bağrı sancılı yiğitler neler hissederek alev alev döktüler bu dizeleri.

İbibikler öterken gelmeye söz verenler sözünde durabildiler mi?   Yari İstanbul’u mesken tutanlar vuslata erdiler mi cevap veren bir türkü bilen var mı?

Hint elinden kumaş getirmeye razı aşıklar döndüler mi yollarından?

Ordunun derelerinin ters akması ve ordunun üstüne gelmesinden bile korkmayıp baş kaldıran sevdiğine sahip çıkan delikanlılar muratlarına erdiler mi?

“Yetiş Namazı kılmaya seni seven öldü gel”  diye çağırdığı sevgili acaba kabirine bir çiçekle yetişebildi mi?

“öldü zannetmişler bizi biz bu yerlerden gideli gurbet ellere düşeli” diye sılaya döndüğünde hayal kırıklığına uğrayan öksüz aşık, dostlara sitem edişiyle birlikte unutulmuşluğunu da anlayınca dizlerine vurarak nasıl da dövünmüş.

Karacaoğlan aşık olduğu kızın kendine emmi demesinden sonra sakalını yolum yolum yolmak istemiş de yolabildi mi yoksa hala yoluyor mu?

Ya da bülbülün has bahçede gülü var diye yüksekten uçmasını kıskanan Karacaoğlan değimlidir gene.

“Hem okudum hem yazdım yalan dünya senden bezdim, dağlar koyağında gezdim yiten yavrum bulunur mu?” diyen ananın feryadı dindi mi acaba?

Bir of çekmekle karşıki dağları yıkacak kadar nefesinde güce inanan isyankarın ayakları suya erdi mi acaba?

İşte gidiyorum çeşmi siyahım diye naz ve sitem ile karışık buruk ayrılık sona erer mi hiç?

 “Evvel sen de yücelerden uçardın, şimdi inginlere indin mi gönül” diye gönlüne hesap soran inmiş oturmuş yaşlı adam duruldu mu?

“Gönül gurbet ile gitme ya gelinir ya gelinmez” diye feryat eden yiğit ne kadar da haklı çıktı.

  Gelinmediğini yaşayarak görüp duruyoruz işte.

“Ne söyleyim yalan dünya halını, sırrına eripte bilen olmadı. Belkıs yele verdi olan malını,  Süleyman ömrünü süren olmadı.” Diyen Hüseyin aşık, haklı değimli?  Hangi bir can bunu yaşayabildi ki?

Ya yemene gidenler neden dönmez diyen can yakan ağıtları koynunda birer cehennem taşı gibi saklayan analar.

Ya yıkıl dağlar diye ilenerek ulaşamadığı matlubu ile arada engel gördüğü dağları yıkmaya çalışan yangın yerine dönmüş yürekleri soğumayan insanlar.

Postanın, mektubun olmadığı, haberin yıllarca bulutlara asılı kaldığı günlerde gönül telinden kopan nidaları turnaların kanatlarına yüklemeye çalışıp yare yollayan gurbet insanlarının kuru toprağa düşen göz yaşlarında kaç kırmızı gül açtı bu güne dek acaba?

Belki de güz gülü açmıştır hep.

Çünkü güz gülü hiç baharı görmemiştir. Oysa bahara aşık değildir güz gülü. Bilir ki güzün açmanın değeri bahardan daha anlamlıdır.

Turna nedense haber ve uzakların sembolüdür. Ayrıca yalansızlığın, riyasızızlığın, ihanet etmemenin simgesidir. Bir turna öldüğünde eşi de ölmüş demektir. Böylesine bir vefa örneği nedeniyle en acıklı türkülerde konu olmuşlardır turnalar.  “Gurbet elbet biter; dostlar sevine, Turnalar dönecek yine evine.  Benden haber salın nazlı geline, turnalar dönecek yine evine.”

Ne dersiniz turnalar dönebilecek miyiz evimize? Belki de döneriz ama Akkuşun gürgenleri de çoktan yıkılmış olur kim bilir….

Veysel ŞENSOY