Hep analarımız üstüne yazılar yazılır. Babalar küsmez mi?
BABAMIN HAYELLERİ
Hep analarımız üstüne yazılar yazılır. Babalar küsmez mi? Babalarımız anamız kadar sevmez mi? Bende bu geleneğin dışına çıkarak bugün bu yazıyı karaladım. Umarım beğenirsiniz.
Baba;
Şefkatle yüzüme bakarken kimbilir hangi hayalleri kurardın. “Oğlum okuyacak büyük adam olacak, makûs talihimizi tersine çevirecek” diye umudunu geleceğe bağlardın. Gelecek çok uzak da olsa tatlı bir hayalin yarattığı umut kırıntısı dudaklarında yumuşak bir tebessüme dönüşürdü.
Baba, ben bu gün yabancı ellerde Almanya’larda, Fransa’lardayım. Senin hayallerini hep yıkan ben oldum ve kendi hayallerimi de birlikte. Hani bir deyim var ya baba,
“Almanya’ya geldim yabancı dediler, vatanıma geldim almancı dediler.” İki arada kaldım baba. Mengene arasında kalmış bir parçanın ezilme çığlıkları ile kıvranıyorum ama sesim nedense çıkmıyor mu, duyulmuyor mu bilemiyorum.
Ben Türküm baba; hakir görülen azarlanan bir insanım ama Türküm! Bu yaban ellerde dağa taşa yazasım gelir bunu. Kızma baba, böyle dememin de bir sebebi var elbette. Ben yaşamadan nasıl anlamadımsa senin hayallerini, sen de yaşamadan anlayamazsın be baba…
Havaalanına gelirim pasaport kontrolü yapılırken ayağım kırmızı çizgiye bastı diye görevliden azar işitirken Vali olmak isterdim baba. Avrupa’da veya Arap devletlerinde aynı aşağılayıcı duyguları bana yaşatırlarken de Diplomat olmayı isterdim. Uçaklarla uçarken Pilot olmak isterdim. Ben her şey olmak isterdim ama baba, ben bir şey olamamıştım.
Sen Öğretmen ol derdin hevesle ve beni sınıflarda hayal etmiş olmalısın ki cıgaranı keyifle tüttürürdün. Ben ise, sınavları kazanamayarak hayallerini kumdan kaleler misali bir köpüklü dalga önünde savrulup yıkılışı gibi dağıtıverdim. Ben, öğretmen de olamadım baba.
Doktor olmalıydım veya avukat ama yolunu mu bilemedim yokluğa mı yenik düştüm bilemiyorum; olamadım baba.
Sen, inşaatlarda amelelik yapardın veya bir başka ağır işlerde çalışırdın ama üstüme kurduğun hayaller sana insan üstü güç vermiş olmalı ki hiç yorulmamış gibi enerjik olurdun. Bayramlarda elini öperken sert nasırların ne demek olduğunu bilmezdim o zamanlar baba.
İki katlı ahşap evlerimiz vardı; sabahları altta bulunan ahırdaki hayvanların sıcak dışkısının kokusu yukarı vururken, ineklerin bağırmaları ile mutlu uyanırdık. Sen kış günü gurbete gidince, sert fırtınalar tahta aralıklarından ıslık çalarak dolardı içeri. Duvarlarımızı onaramazdık ve anamız çaput kırpıntıları tıkardı tahta aralıklarına dönmeni beklerdik dört gözle gurbetten, çünkü bize şehirden gelirken bir çuval ekmek ve peksimet getirirdin. Biz ona şeer ekmeği derdik. Ve birer delikli yüz paralardan oluşan harçlılar verirdin. Böyle kıtlıklar, yokluklarla savaşırken benim senin hayallerini yıkma hakkım var mıydı baba?
Herkes Öğretmen, Doktor, Hakim veya savcı olamazdı baba. Toplumun her kişiliğe ihtiyacı vardı. Ben başka bir iş için seçilmiştim yaradanım tarafından ama bunu idrak edememiştim o zaman baba.
Biz o zamanlar, Ankara veya İstanbul’a gurbet derdik. Meğer gurbet dediğimiz yer bir adımlık ötemiz imiş. Mektuplar yazdırırdı anamız selamlarla başlayan, hasretle devam eden, temenni ve dileklerle sona eren. Yazdırdıklarını eksik kaldı mı acaba diye geri okuturken yanakları al–al olurdu utangaçlıktan. Biz pek kavrayamazdık bunları ama kavradığımızda da nelerin geri gelmeyeceğini esefle görme talihsizliğini yaşadık baba
Okumuş olmakta başka idi. Komşuların asker oğullarından mektuplar gelirdi ve biz okurduk. Onlara mektuplarını da biz yazardık. Ya okuma-yazma bilmeyen nişanlı kızlar… Onların can sırdaşı olurduk. Yavuklusuna mektup yazdıracak ama güvenecekleri dostları olmalı. İki haşlanmış yumurta ile gönlümüzü alarak bize yazdırdıklarının duyulmamasını sağlamaya çalışırlardı. Ne güzel şeydi okumak baba.
Hele bir Akkuşlu için okumanın manası tarif bile edilemez. Sekiz saat yaya yürüyerek kasabaya gelen arkadaşlarımın ayaklarındaki parçalanmış kara lastiklerin dikişlerini ve yamalı pantolonun eskiliğini saklamak için sınıflardan çıkmayışının burukluğunu beraber yaşardık baba.
Okuyup büyük adam olamadım baba. Hayallerini yıktım biliyorum. Ama benim oğlum ve kızım okuyup büyük adam olacaklar baba. Yenecekler makus talihimizi merak etme.
Ve baba torunların artık büyük adam oldular. Büyük adam olmak büyük mevkilerde olmak demek değilmiş. Biliyorum ki o mevkilerde de olacaklar ama hayal ettiğin büyük adam tarifini dolduruyorlar artık.
Dudaklarındaki tebessüm yerini keyifle gülmeye bıraksın baba. Biz yendik makus talihimizi…
Karalarımız ak, karakışlarımız ak kış, karakuşlarımız Akkuş, Akkuşumuz ak bulutlar üstünde uçuyor artık baba. Kara talihimiz aklaştı artık gül baba, sen gül…
Veysel Şensoy
Katar 15 Aralık 2007