Akkuş Özlemi, Akkuş Sevgisi İşte Böyle

441

Veysel bey sen çok oldun. Sen bu kadar Akkuş sevgisini bizlere hatırlatıp, ağlatmak zorunda mısın, Akkuşu bu kadar sevdirmek zorunda mısın, Teşekkür ediyoruz. Tebrik Ediyoruz. Senin gibi Akkuş sevgisi içinde olup, bu sevgisini Akkuşlular ile paylaşanlar olduğu sürece bu sevgi asla bitmez. Yüreğine sağlık. Sen gene de çok olmaya ne olur devam et.

                         

                            Aklıma gene Akkuş düştü.

Kışın yafa portakalı kokan karları, lahana çuvalını yüklenmiş köyüne dönen beli bükük insanlarımın hali canlandı gene perde perde… Kışı atlattık ya gene kiraz ayı mevsiminde çıkalım yola biz. Allah bilir zemheri, gücük, mart, aprıl, mayıs, kiraz diye ayları da eski belleklerimizden silmiş atmışızdır ya…

Sizler, gençler! Akkuş’u bilirmisiniz?  Bilirmisiniz ki 40 sene önce bir özlem yurdu idi Akkuş.  Onlar kadar özelediniz mi siz Akkuş’u? Bir sarı saçlı mavi gözlü çocuk, folluk dışına yumurtlamış tavuğun biriktirdiği 10 yumurtayı sepetine koyup dört saat yalınayak yürüdükten sonra ulaştığı Akkuş denilen gizemli kasabaya vardığında duyduğu hazzı sizler duydunuz mu hiç? Kanlar içindeki ayaklarını unutup, on yumurtasını yumurta toplayıcılarına satarak kendine aldığı yarım ekmek ve helva nın kokusunun  o çocuk üstünde yarattığı tesiri hiç biriniz hissettiniz mi?  Hiç siz helva ekmek yemediniz ki nerden bileceksiniz?  Taa çökek’ten, meyveli’den, Ambargürgen’den veya Tuzak’tan, ya da kışladan dört saatten  fazla süren bir yaya yolculukla bir kafilenin peşinde heyecanla ayaklarını sürüyerek  akkuş özlemini, şehir görmenin sevincini yaşayan bir çocuk oldunuz mu hiç?  Sıra-sıra evler, nar gibi somun ekmeklerin dizildiği fırın vitrinleri, önünde kuyruklar oluşmuş bakkal dükkanları, çeşit çeşit sebze meyvelerden oluşan  tezgahlar,  allı güllü basmaların açıldığı sergiler… Mahşeri bir kalabalık, sanki bütün dünya buraya akmış gibidir.  Sepetlerde köylerden getirilmiş, al kirazlar ve  kara kirazlar yok pahasına satışa sunulmuş alıcısını özlemektedir.  Taze fasulyeler böyle mi kokardı o zamanlar.  Yeşil kokusunun kendine özgü konsantre halini ancak bu yörede doyasıya hissedersiniz. Havada tek bir fabrika bacasından kopan partikülün uçmadığı ender yerlerden bir köşe olmanın özelliği ile orman yeşili kokusu huzur verir ve dinlendirir dinlemeyi bileni.

 

Artık yalın ayaklı çocuklar  olmıyacak. Hatta kara lastik giymek bile utandırır oldu çocukları. Markalı elbiseler giyiyorlar. Massımo Dutty takımlar olacak sırtlarında, ayaklarda aykırı uçlu garip ayakkabılar… Saçlar da jöleli.  Bir lokantada kuru fasulye yemek de yakışmaz, satatümüze uymaz ha. İştahınız çekmese de bir et yemeği yenilmelidir. Saatleri de sportura flan olmalı. Hele telefon,  kameralı ve en pahalısı olacak.  Sonra yaşlıları da eski kafalı gören bir tavırlar peyda olmaya başladı. Genç kuşak herşeyi bildim havasına girdi. Hayatı okullardaki Universite sınavlarına hazırlandıkları soru vcevaplardan ibaret sanmaya başladılar. Hatta bir Üniversiteye girdiklerinde bütün yaşamlarını değiştirdiklerini sanıyorlar. Oysa  hayata adım attıklarında edindikleri lisansların birer tablodan başka birşey olmadıklarını anlamaları uzun sürmeyecek.

Eveet nerden nereye doğru gelmiş yaşam şekli?

Kırk sene öncesinden bir esinti var mı akkuş’da dostlar? Kaldı ise  gelip doya doya yaşamak istiyorum bir dakikalık da olsa…

 

Veysel ŞENSOY