Tuz bastım acılarıma… Şimdi sükut limanlarında sakin sular kadar sessizim, kara taşlar kadar duygusuz… Hasretin vuslatı beklediği anı bekliyorum. Acılar, içimde tuzlar eridikçe çoğalıyor canımı yakarak. “Beklemek sabretmektir”. Dedi ustam,
Acılarıma Tuz Bastım

Gelişi güzel sayfalara serpilmiş, kör kalemlerden kopan yalan yanlış ve ütülenmeye üşenilmiş yazıların arasında boğuluyorum çırpınmaya fırsat bulamadan. Kaybettiğim hayallerimden ayrılırken, geceye dönmüş aydınlıkların fluya çalan son titreşimleri tel tel sızlıyor kalbimin alt köşelerinde. Umutlar da terk etti limanımızı arkada kalanlara acımadan…
Biz, ezelde hükümlü ilan edilmiş ebedde mahkum edilen mazlumlar… Kan kokusuna susamış canilerin akşam sofrasında garnitür olan çocuklarımızın taze kanı işlediğimiz günahların kefaleti oluyor… Yasak silahların, cehennem-i alevler saçan ölümcül dilleri beşiklerdeki bebekleri lezzetle kızartmak için yalanıyor Gazze’de, Kudüs’te Şeria’da…
Anaların göz yaşları ile sulanan karanlığın ortasına bir filiz ekmeye yeminler ettik. Yeminler ettik kalleş bombaların altında kanlar içinde ölürken yeniden dirileceğiz diye. Yeminler ettik Sümeyye’nin telli duvaklarının üstünde kur-an’a el basarak. Yeminler ettik ki beşikte ölen bebeğin ruhu üstüne; hesap günü ağır olacak vebaliniz.
Ey kulaklarına kurşun akıtılmış, koltukları altın sırmalı, sırça saraylı saltanat sahibi krallar, Hanlar! Aynı fikiri paylaşmıyor diye kinlenen yürekleriniz, masum insanların kanları ile beslenirken, biliniz ki çevrenizdeki beddualar ile boğulmaktan kurtulamıyacaksınız.
Ey Filistinli kara kaşlı, badem gözlü, sırma saçlı genç kız; seni hiçbir yazıya emanet edemem anlatması için. Seni hangi kalemin gücü yeter anlatmaya? Seni anlatacak yürekler söküldü yerinden tanklar ile, toplar ile… Seni anlayacak kalpler uzaklarda çarpıyor olsa da yangın yerine dönmüş bir harman yerinin ortasına haps edilmiş olduğunu bilmeni isterim. İbrahim’in ateşine küçücük gagası ile su taşıyan kuş gibi çırpınan yürekler kıvranıyor çaresizlikler içinde. Zalimlerin Gargat ağaçlarının arkasına sığınacakları gün gelecek bir gün elbet acılar betonlaşmış olsa da… Ait olduğun yerde bir masalı, bir efsaneyi miras bırak geleceğin aydınlıklarına. Bu efsaneler, Selahettin’lere, Alpaslan’lara eş anlatılsın kan kırmızıya dönmüş, kan çiçekleri açan topraklarda. “Sus ey sırma saçlı Filistinli ağlama” diyemiyorum, ağla, ağla ki, ben de ağlayayım; katı kalpleri yıkasın berrak göz yaşlarımız ve senden helallik diler yüreği seninle çarpan yüz milyonlar…
Ey kara gözlü Filistinlim, bu taaruzların arkasında mündemiç (saklı) olan hakayik (gerçekler), o kadar basittir ki, bu hususta en müptedi (ilkel) olan insanlar bile bunu anlarlar ve bilirler. Bu saldırı sana değildir sırf; İslam’ın özünedir. Senin şahsında İslam’ın ruhunadır.
Tuz bastım acılarıma… Şimdi sükut limanlarında sakin sular kadar sessizim, kara taşlar kadar duygusuz… Hasretin vuslatı beklediği anı bekliyorum. Acılar, içimde tuzlar eridikçe çoğalıyor canımı yakarak. “Beklemek sabretmektir”. Dedi ustam, “kalbim üstüne ” dedim,
büküldü boynum.
Veysel Şensoy