Hayata veda ettiğim şu anda, Devletim ve Milletime ebedi saadetler dilerim!’’
27 MAYIS-BENİM GÖZÜMDE MENDERES–2
Aslında hızlı başlamıştı. Yeni kurulan DP hükûmeti 6 Haziran 1950’de, askeri darbe planladıkları gerekçesiyle Genelkurmay başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesi dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re’sen emekliye sevk etti. Ekonomide, siyasette, eğitimde, hak ve özgürlüklerde cesur adımlar atıyordu.
1952’de Türkiye’yi NATO’ya tam üye yaptı. Ülke kuzeyde Sovyet Rusya’ya karşı yalnız olup, Avrupa’dan da destek görmüyordu. Avrupa en son kazığı 12 adalar meselesinde atmış, dibimizdeki adaları bize değil de üçyüz kilometre uzaktaki Yunanistan’a bırakmış, İnönü de cesaret edip, 12 adayı hem de 2.dünya savaşına son üç gün girmesine karşılık, burayı bir işgalle oldu bittiye getirememişti. Fakat Cumhuriyetin kuruluşundan beri Batıcı gözüken CHP ve CHP’liler Batı ittifakının içine direkt girmemişlerdi. Ve yanlış bir zamanlama yahut eksik bir anlaşma 1945 sonrası kesin dünya liderliğini ele alan ve buna yönelik planlar kuran ABD’ye uzattığımız ele karşılık, Sam Amcanın koluyla ciğerimizi yakalamasına sebep oldu. Önce Türk askeri(diğer BM güçleriyle birlikte) gereksiz yere Kore steplerinde Çin ordusu gibi amansız bir rakibin önüne bırakıldı. Çünkü Türkiye NATO’ya üye kabul edilmemişti, üyelik için göze girmek gerekirdi. Hun ve Göktürkler devrindeki İslam olmayan eski cedlerimizden, en son 751 Talas savaşından beri ilk kez eski düşman Çin’le karşı karşıya gelmiştik. Tabii epey şehid verdik, ilk zamanlar oraları garipseyen ve kayıplar veren askerimiz sonrasında Kunuri muharebelerinde harikalar meydana getirdiler, BM kuvvetlerinin sağ yarısını imhadan kurtardılar, Albay Celal Dora ve askerleri ( Koreye harekâttan önce Birliğimize Cuma namazı kıldıran subay) alay sancağını beline dolayarak cephenin önünde Çin taarruzunu büyük kahramanlıklarla kırdılar. Bu kahramanlıkları Amerikalılar ve Koreliler bizden iyi bilmektedirler. Ancak bunlar nankör Batının ABD’si nazarında bize ciddi fayda getirmedi.
Fakat NATO’ya üye olan Türkiye’ye Amerika artık tam dalmıştı. Amerikalılar ileride derin devletin özü kabul edilen Özel (psikolojik) Harp Dairesini hem de bizim istihbaratın kalbine kurdular. (Ecevit 1973’de durumu görünce gözlerine inanamadı ama burayı lağvetmedi)Buradan ülkede Komünizm tehdidi adı altında iç savaş senaryoları, sağ-sol çatışmaları ve öğrenci olaylarının filmlerini bizimkilerle birlikte hazırladılar. NATO etkisinin girdiği bir ülkeye darbe de giriyor, Ordu siyasete karışıyordu, fakat darbe için şartların olgunlaşması lazımdı,tıpkı 80 öncesi gibi..Ve ilk olaylar da Menderes döneminin sonunda başladı. Menderes’in avukatı halen yaşayan Talat Asal, içinde Deniz Baykal’ın da olduğu grupların bir nümayişte Menderes’in yakasına yapıştığını anlatır.
Evet, Ordumuz halen çoğunca 1.Dünya savaşının biraz da kendi ürettiğimiz silahlarıyla duruyordu. Marshall planıyla Amerikalılar Ordumuzu modernleştirirken yeni doğan silah sanayimizi de çökerttiler. Böylece uzun yıllar silah ve savunma sanayinde Amerika’ya bağımlı kaldık. Fakat Ereğli Demir Çelik Fabrikası gibi bir-iki tesisin kurulmasına yardımları oldu.
Menderes Serbest piyasa modeline geçmeye başlamıştı.1955’e kadar işler yolunda gitti. Gayri Safi Milli Hâsıla %9 büyüyordu, Vakıflar Bankası kurulmuştu. Ancak Merkez bankası ve Hazine kaynakları yatırımlar için harcanmış, çoğunca tükenmişti. İnönü ülkeyi kapalı yönetiyor, dolayısıyla kaynakları kullanmıyordu. Ancak 1955 sonrası dış borçlar oldukça artmış, ödemeler dengesi bozulmuş, döviz girişi yetersiz hale gelmişti. Maliye bakanı Hasan Polatkan istifa etti.Ekonomide sıkıntı başlamıştı, yerli sanayimiz halen yetersizdi, Menderes bunu Yabancı sermayeyi teşvik yasasıyla aşmak istiyor, ancak yeterli olmuyordu. Yabancılara petrol arama izni verildi, ancak bu da yeterli olmadı, zira ABD ve İngiliz istihbaratlarıyla eşgüdüm içinde çalışan petrol şirketleri arama yaptıkları birçok yerde petrol bulmalarına rağmen kuyuları kapatarak(mühürleyerek) gittiler.
1958’de Cumhuriyet tarihinin en büyük devulasyonu yapıldı, dolar 2 Liradan 9 Liraya çıkarıldı. Hükümet 600 milyon dolar dış borcu ödeyemeyeceğini belirterek, morotoryum ilan etti. IMF ile ilk stand-bay anlaşması imzlandı.Ekonomik politikalar ilk zamanlar halkı mutlu etti, fakat 55 sonrası sıkıntılar çoğaldı. Ekonominin dengesi bozuldu, dış alım arttı. Sanayileşme ve kalkınma ile birlikte büyükşehirlere göç tekrar başladı. İlk gecekondu mahalleleri oluştu. İstanbulu kaldırmayan yollar bir bir genişletilip, Vatan ve Millet Caddeleri açıldı, açıldı amma onlarca Osmanlı ve Bizans eseri yıkıldı.Suçlanan İnönü dönemi gibi Menderes de tarihi eserlere sahip çıkamadı.
1955’de İngiltere’nin Kıbrıs’taki süresinin dolmasına mukabil Rumlar adadaki Türklere baskı ve şiddete başlamışlardı. Kıbrıs Türkleri EOKA’ya karşı mukavemet grupları kurmuşlardı. Ancak yetersizdi. Dışişleri bakanı Fatin Rüşdü Zorlu 1957’de içinde Rauf Denktaş’ın da olduğu gruba Lefkoşa Türk Mukavemet Teşkilatını kurdurdu. Fakat Dünya Kamuoyu Rumları tutuyor, bişeyler yapmak gerekiyordu.(?!) ve nihayet yapıldı, acı bir tecrübe daha yaşatıldı. Kıbrıs konusunda Londra’da ikinci tur görüşmeler yapılırken 6 Eylül 1955 gecesi İstanbul’da bazı gazetelerin Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığını yazması üzerine azınlıklara karşı olaylar çıktı. Ağırlıklı olarak Rumlara karşı yönelen olaylarda 73 kilise, 8 ayazma, 1 havra, 2 manastır, 4.340 dükkân, 110 otel ve lokanta, 21 fabrika ve 3.600 ev saldırıya uğradı, 1 papaz olaylar sırasında öldürüldü. Tarihimize 6-7 Eylül olayları olarak geçen bu olaylar sebebiyle TBMM olağanüstü toplandı. DP İstanbul milletvekili Aleksandros Hacopulos, “Olayların oluş şekli tertip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır” dedi ve kolluk kuvvetlerin olaylar sırasında gösterdiği kayıtsızlığa dikkat çekti.
Menderes artık içe oynuyor, içteki derin güce boyun eğiyordu. Ülkede uzun yıllardan beri muhafazakar,dindar insanlar baskı altında tutuluyor, halkın da sevdiği dini önderler ve fikir adamları hapishanede çürütülüyorlardı. Bediüzzaman, Necip Fazıl bunlardan biriydi.1950 başlarında ilk Menderes bu baskı ağını parçalamıştı. Bu insanlar rahat etmeye başlamıştı. Bediüzzaman Ezanı aslına çeviren, dini baskıları kaldıran Menderes’i bu ilk dönemde ‘’İslam Kahramanı’’ kabul etmişti.Fakat iktidarda muktedir olmak bir kadro meselesi idi ve Menderes birkaç kişi dışında yalnızdı, bir kadrodan yoksundu. Milli ve Manevi değerler adına bir şeyler yapmak istiyor ancak yap(a)mıyordu. Birgün kendisini ziyarete gelen böyle bir heyetle, kendi odasında gece görüşmüş, bazı şeyleri yapamadığından şikayet ederek, ağlamış ve masonların etrafını sardığını,kendisini zorladıklarını, hatta özel kalem müdürünün bile mason olduğunu, kendisinden sakındığını, bu nedenle gece görüştüğünü anlatmıştı. Fakat hak ve özgürlükler derin gücün ve masonların sıkıştırmasıyla tekrar baskı altına alınıyordu. Menderes bu olaya makam uğruna alet oluyordu. Menderes ekonomi olarak liberal, görüş olarak Mili ve Maneviyatçı sayılabilirdi ancak ciddi çekiniyor ve tavizler veriyordu.
Büyük Doğu’nun çilekeşi Üstad Necip Fazıl da Menderes’le görüşmüş, defalarca kapatılan dergisi için yardım parası ve destek almış, Menderes’in elini öpmüştü. Menderes’in Necip Fazılla temas kurmasını sağlayan kabinenin en müspet şahsiyetlerinden Tevfik İleri idi. Fakat bu Menderes, baştaki cesur ve kararlı Menderes’ti, şunu söylüyordu:’’"Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılâp softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Mekteplerde din derslerini kabul ettik. Radyoda Kur’ân okuttuk. Türkiye bir Müslüman devletidir ve Müslüman kalacaktır. Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir." Evet, bu sözler, Kısakürek’i, Menderes’e yakınlaştırır. (Acaba samimimiydi, yoksa dindar kitleyi arkasında mı görmek istiyordu?) Ancak dedik ya 55’lerden sonra işler yavaş yavaş..Önce gaza ge(tiri)len 17 yaşında genc bir insanın(Hüseyin Üzmez efendi)Vatan gazetesi başyazarı ünlü dönme (sabetayist) Ahmet Emin Yalman’ı Malatya konferansında vurması,yaralaması ülkede belli bir kesimce yeni bir Menemen vakası ortaya çıkarır. Olayla hiç ilgisi olmayan Üstad Necip Fazıl, Üsküdar savcısının bir fezlekesiyle şimdi film mekanı olan Toptaşı Cezeevinin yolunu tutar.Çile bitmemiştir.Genç de olsa şuursuz da olsa, ileriki yaşlarında adı olmadık işlere de karışsa bir Hüseyin Üzmez (mi?) efendinin ettiği haltı için-kimbilir hangi hikmet için çile çekilecektir.Menderesin konuşmaları ULUSALLAŞIR, keskinleşir. Üstad’a göre; İnönü’nün katı-despot-amansız döneminde her ne kadar dindarların gırtlağına yapışılmış olsa bile Mili bünyeye zararlı, gizli, Türklük-Millet düşmanı faaliyetlerin biri hariç hiçbirine izin verilmiyordu. O biri ise Masonlardı ve M.K.Atatürk’ün 1936’da kapattığı Mason Locaları 1949’da İnönü’nün son yılında tekrar açılmıştı.1951’de Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan Mason Localarının kapatılması için kanun teklifi hazırladı, ancak gelin-görün ki DP’yi bile saran Mason etkisiyle 157’ye karşı 58 oyla reddedildi.Ancak yine de Üstat Menderes’e mektuplar gönderiyor, bir fikir adamının namusu demek olan fikirleriyle uyarıyordu:’’Memlekette umumi ahlak,vicdan,kanaat ve fikri seviye piyasasının bu kadar düştüğü hiçbir devir hatırlanamaz’’ demiş, etrafındaki mason ve dönmelere karşı da uyarmış, şunu da eklemiştir:’’Madem ki bu millet seni sevmiştir, seni yıllardır beklenen kahraman gibi görmüştür,ya bu kahraman sen OL, ya da ÖL!’’ demiştir. Üstadın gözünde Menderes buydu, bu isimde kitabı da var.
Ve bir 27 Mayıs’ta sabah karşı halkın oylarıyla iktidara gelen bir ülkenin başbakanı onca eziyet ve zulmün sonunda zayıf-biçare ve hasta bir vaziyette darağacına çekilmiştir. Kendi ülkesinde 30 bin insanın katilini asamayan bir sistem, kendi başbakanını ‘’ezanı Arapçaya çevirerek başladın..’’dediği bir suç listesiyle ipe göndermekte tereddüt etmemiştir. Menderes onların gözünde her ne kadar hakiki bir mahkeme ve adil bir hukuk içinde yirmibin kez beraat edecek bir insanoğlu olsa da idam edilecekti, zira Yassıada hakimi salim Başol’un dediği gibi’’ sizi buraya tıkan kuvvet, böyle istiyor!’’ du.Acaba 30 bin kişinin katilini hangi kuvvet oraya tıkmış ve yirmibin hakiki mahkemede yirmibin defa hakkında idam hükmü çıkacak bir alçak için’’ hangi kuvvet böyle istiyor’’du.
Akkuşumuzu Akkuş yapan bu büyük Devlet adamını Akkuş unutmamış, 2007 yılında Akkuş Belediyesi aldığı Meclis kararıyla aşağı yol dediğimiz Ünye-Niksar karayolu altındaki yeni açılan caddeye ADNAN MANDERES CADDESİ ismini vermiştir. Ancak bu ona karşı vefa borcumuzu öder mi, bence ödemez. Akkuş’ta merkezi bir yerde, meydanda, Belediye çay bahçesinde bir yere Adnan Menderes’in Akkuş için yaptıkları, ismini verişi, ilçe yapışı, fabrikayı yaptırması güzel bir levha ile anlatılmalı, bir Akkuş Kurultayında siyasi önyargılarımızı yıkarak, anılmalıdır.
Tarih hükmünü çoktan vermişti, hatalarıyla, başarılarıyla, sevaplarıyla Menderes bir mazlum olarak hayata veda etmiştir. Belki yüce dinimize göre de çektiği onca eziyet ve hazin son onu kurtarmış olabilir, kimbilir…Son sözü şu olmuştur:
’’Hayata veda ettiğim şu anda, Devletim ve Milletime ebedi saadetler dilerim!’’
Bahadır KAYIM